Milli Eğitim Bakanlığı ile Finlandiya'nın Ankara Büyükelçiliği'nin işbirliğiyle, OECD tarafından dünya genelinde gerçekleştirilen bir sınav olan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı'nda (PISA) 40 ülke arasında birinci gelen Finlandiya'nın başarısının kaynağını araştırmak ve Türkiye ile Finlandiya'nın eğitim sistemlerini kıyaslamak amacıyla panel düzenlendi.
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesinin konferans salonunda düzenlenen panelin açılışında konuşan Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik, PISA programının OECD tarafından yıllardır yapıldığını belirterek, Türkiye'nin bu programa 2003 yılında katıldığını söyledi. Türkiye'nin bu programa daha önce katılmamasının bir eksiklik olduğunu ifade eden Bakan Çelik, "Dünyadaki gelişmelerin farkında olan, küreselleşmenin dünya ve ülkemiz için ne anlama geldiğini idrak eden, bunun bilincinde olan hükümetimiz bir dış değerlendirmeye de tabi tutulmamız gerektiği anlayışından hareketle Türkiye'yi PISA programına dahil etmiştir" dedi.
Mevlana'nın "İyi bir dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur" sözü olduğunu belirten Bakan Çelik, "Başkalarının yüzümüze tuttuğu aynadan asla rahatsız olmamamız gerekiyor. PISA aslında böyle bir program. Bir dış gözle, uluslararası tecrübeye sahip bir gözle kendimize bakmamız ve bize bakılması gerektiği göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir" diye konuştu.
PISA sonuçları ile Türkiye'nin "arzu edilen bir yerde olmadığının" görüldüğünü kaydeden Bakan Çelik, şöyle konuştu: "Bunun nedeni neydi: Özellikle Avrupa ülkelerindeki müfredat, eğitime yaklaşım ve eğitim yöntemleri ile bizim ülkemizdeki müfredat ve öğretim yöntemleri, eğitime yaklaşım biçimimiz, tarzımız birbirinden çok farklıydı, taban tabana zıtlıklar vardı. Bizde bir kitle eğitimi vardır. Herkesi adeta tek zeka düzeyine ve tek zeka türüne sahipmiş gibi muhatap alan bir eğitim sisteminden çoklu zeka kuramının öngördüğü bir eğitim sistemine, öğretmen merkezli eğitimden öğrenci merkezli eğitime, kitle eğitiminden birey eğitimine geçmek; her bireyi farklı bir dünya kabul ederek, onun hakim zeka türünü keşfedip, herkesin mutlaka öğrenebileceği bir yöntem vardır anlayışından hareketle yeni bir müfredat geliştirmek bizim için kaçınılmazdı. Bu yapılmıştır. Yeni hazırladığımız ilköğretim müfredatı ve önemli bir kısmı gerçekleştirilen ve hala devam eden ortaöğretim müfredatı işte böyle bir mantığa dayanmaktadır. Ezberci değil, öğrenmeyi öğreten bir programdır, öğretmen merkezli değil öğrenci merkezli bir programdır. Bilgi yüklenmeyi esas alan bir program değil, yapısalcı, kişiliği geliştirici, kişinin kendisini gerçekleştirmesine imkan sağlayan bir eğitim programıdır. Sorma, sorgulama, analiz, sentez yapma, muhakeme gücü edinme prensibine dayanan bir programdır. Bu da AB'de şu anda hakim olan eğitim anlayışı ve AB ülkelerindeki eğitim müfredatlarıyla örtüşmektedir. Çocuklarımız 2003'te PISA sınavına dahil oldukları zaman Türkiye'de böyle bir müfredat yürürlükte değildi. 2006'da da çocuklarımız bu sınava girdiğinde, ki 15 yaş grubu bu sınava alınmaktadır, hiçbirisi yeni müfredatla tanışmamıştı. Bunun herkesin anlayabileceği açıklaması şudur: Siz İngilizce ders veriyorsunuz fakat sınavları Almanca yapıyorsunuz. Bizim çocuklarımızın PISA'da aslında başarısız olmasının temel sebeplerinden birisi budur."
OECD'nin PISA'ya girecek öğrencileri örneklem yoluyla seçtiğine işaret eden Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bizim aslında bir eksikliğimiz, bunu mutlaka gidermemiz lazım, Türkiye'de okul türleri arasında büyük farklılıklar vardır. Şimdi OKS'yi SBS olarak değiştirdik ama eskiden öğrencilerimiz ilköğretimi bitirirken sınava girerdi. Fen, anadolu, sosyal bilimler liselerine giden öğrenciler daha çok seçme öğrencilerdir, daha başarılı olan öğrencilerdir ama buraları kazanamayan öğrenciler de genel liselere gider. Genel lise sayısı Türkiye'de çok daha fazla olduğu için lise türlerini önlerine alan OECD yetkilileri 71 genel liseden öğrenci seçerken, 17 Anadolu lisesinden öğrenci seçmişlerdir. Böyle olunca, PISA sınavına giren başarısız öğrenci sayısı oranı çok daha fazladır.
Finlandiya bir başarı örneğidir. Ancak bizim fen liselerindeki öğrencilerimiz PISA sınavında Finlandiya'dan daha başarılıdırlar. Anadolu liselerindeki öğrencilerimiz aşağı yukarı Finlandiya ortalamasına yaklaşıyorlar ama genel liselerdeki öğrencilerimiz bu ortalamanın çok daha altında kalıyorlar. Biz hükümet olarak bu eksikliği gördüğümüz için şimdi ortaöğretimimizi yeniden düzenleyeceğiz ve okul çeşitliliğine dayalı bir ortaöğretim değil, daha çok program çeşitliliğine dayalı ortaöğretim modeli geliştiriyoruz. Bu modelle birlikte okul türleri arasındaki farklılıkları da büyük çapta ortadan kaldırmış olacağız ve ortalamayı çok daha yukarılara çekeceğiz."
Bakan Çelik, MEB ile Finlandiya'daki üniversitelerden katılımcılarla gerçekleştirilecek panelde Finlandiya'nın başarısının ardında yatan gerçekleri ele almayı ve bundan sonraki süreçte eksiklikleri gidererek yola devam etmeyi amaçladıklarını söyledi. Bakan Çelik, "AB'ye aday bir ülkeyiz. Finlandiya'nın AB içerisinde saygın bir ülke olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu konuda da Finlandiya'nın bilgisine, tecrübesine başvurmanın son derece doğru bir tercih olacağına inanıyorum" diye konuştu.
Bakan Çelik, okullaşma oranlarını 2011 yılında okul öncesinde yüzde 50'ye, ilköğretimde yüzde 100'e, ortaöğretimde yüzde 90'a yükseltmeyi hedeflediklerini söyledi.
Yükseköğretimde de bir taraftan yeni devlet üniversiteleri açıldığını, vakıf üniversiteleri kurulmasının da teşvik edildiğini kaydeden Çelik, 2003-2008 yılları arasında 40 yeni üniversite kurulduğunu, 9 yeni üniversite kurulması için de TBMM'de tasarı bulunduğunu anımsattı.
Genç nüfusun Türkiye'nin zenginliği olduğunu belirten Bakan Çelik, "Ama nüfus eğitilmezse, sağlıklı olmazsa, karnı tok sırtı pek olmazsa, idealizmle beslenmemişse, iyi vatandaş, iyi insan olma yolunda gelişme sağlayamamışsa nüfus bir felaket olur. Bugün dünyada öyle ülkeler vardır ki 150-200 milyon nüfusları var, sel gelir götürür, yel gelir götürür. Kendi vatandaşlarını sel gibi tabii afetlere karşı bile rehabilite etme şanslarına sahip değiller maalesef. Dünya politikasında da küçük ülkeler kadar, nüfusu 500 bin, 1 milyon, 2 milyon olan ülkeler kadar söz sahibi değildirler" diye konuştu.
Finlandiya'nın Ankara Büyükelçisi Maria Serenius da konuşmasında Finlandiya'da eğitim politikasına ilişkin bilgi verdi.
Serenius, Finlandiya'nın son PISA sınavlarında birinci olduğunu ve bu sınavlardaki başarıları nedeniyle Finlandiya'nın dünyada büyük ilgi çektiğini anlattı. Binlerce eğitim uzmanının bu başarının nedenlerini araştırma için Finlandiya'ya geldiğini söyleyen Serenius, Finlandiya'nın bilim, araştırma ve eğitime ayırdığı kaynak yönünden diğer ülkeler arasında dikkat çektiğini kaydetti.
"Eğitim ve bilim Finlandiyalı vatandaşların refahının kilit noktasıdır. Eğitim, rekabet gücünün artırılması için de kilit noktadır" diyen Serenius, Finlandiya'daki bütün çocuklara eğitim fırsatı verildiğini, çocukların bulunduğu yerin ve maddi durumlarının eğitim hakkından yararlanmak için önem taşımadığını kaydetti. Serenius, çocukları eğiten öğretmenlerin de çok iyi eğitimden geçirildiğini belirtti.
Türkiye'nin son 10 yılda eğitim alanında atılımlar yaptığını ifade eden Serenius, Finlandiya'da okumak isteyen Türk öğrencilerin sayısının artmasından memnun olduklarını dile getirdi.
Dış İlişkiler Genel Müdürü İbrahim Özdemir de, düzenlenen panelin eğitim sistemimize önemli bir katkı yapacağını belirtti.
Konuşmaların ardından, 2006 PISA sonuçlarının analizine ilişkin sunum yapıldı. MEB; 10.05.2008 |